zaterdag 12 maart 2011

Bazi aksamlar gördügün o göktasinin arkasinda biraktigi cizginin hemen kaybolmasi gibi,
Hani elini denize daldirdiginda parmaklarinin arasindan kayarcasina kayip giden o su gibi,
Müthis renklerde gördügün o harikulade gökkusaginin daha sonra birden yok olmasi gibi,
Göcüp gittigimde yok etme sen beni,
Yok olmamaliyim onlar gibi...

Gôzlerinden kolayca akip giden gözyaslarinin icine koyma beni kolayca birakma beni icinden,
Kalbinin en hücra kösesinde sakla beni, herseyden uzak sadece seninle
Seninle kalacak olan tek sey benden sana

Seninle kaldigimda icinde, alyuvarlarin ben akyuvarlarim sen ol
Bir gözün ben diger gözün sen ol, beraber bakalim dünyaya,
Olmasamda yaninda seninle olmaliyim sen oldugun müddetce

Arasira hatirla beni dudaklarinda hissedersen atesimi,
Ellerini SIKICA kavradigimi, saclarini oksadigimi animsa,
Boynunu öptügümü, beline sarildigimi hatirla SIKI SIKI sarildigimi,

Seninle yasat beni...

woensdag 1 september 2010

GÖLGE

GÖLGE


Elindeki sigaradan derin bir nefes cekti, ayni nefesi bol dumanli olarak üfürmeye basladi, Arnavut kaldirimli sokakta ilerlerken burnuna mis gibi kizartilmis biber, patlican kokulari geldi, bir an gözünün önüne getirdi, beyaz dantelli bir masa örtüsünün üzerinde tabaklar, hepsi dolu, kimisinde bir kalip beyaz peynir, biraz salata, diger tabakta mis gibi bir kavun, bir baska tabakta cacik, bir diger tabakta o mis gibi kizartilmis patlican ve biber, üzerine sarimsakli domates sos dökülmüs, oturdugu yerde, sag tarafinda mis gibi bir raki, bembeyaz... Icinde sadece bir tane buz var ve bardagin kenarlari ise bugulanmis.

Sert bir hareketle bir nefes daha cekti sigarasinda, ne anne, ne baba, nede bir evi var, kücücük bir odada bekâr hayati. Orda burda yaptigi kayintilar, dogru dürüst bir gün olsun dolduramadigi o kiytirik buzdolabi, aslan bile yattigi yerden belli olurmus, diye ic gecirdi utanarak. Ne verebileceksin bu hayata diye kendi kendine sordu...Ne yapabiliyorsunki, asalak gibisin dedi kendi kendine. BIr yerde durup oturup bir yerde hüngür hüngür aglasa acaba acilirmiyim diye düsündü bir an ama birden,
- Bizim tablo koyu ve karanlik renkler ile yapilmis, degismez, diye söylendi bir an.
Bir an arkasina bakti, sanki takip ediliyor gibi geldi bakti ki sadece onun takip eden gölgesinden baska bir sey degil. Iste beni terk etmeyen tek sey, iyi ki bari sen varsin, diye icinden gecirdi.

Ilerledigi o sokakta, kulagina gelen, kimi zaman seslere, kimi zaman cesitli müzikler karisiyor, kimi zaman Tûrkce, kimi zaman Rumca, kimi zaman ermenice konusmalar, sarmas dolas olup o müzik sesleri arasinda kulagina geliyordu. isittigi bunca güzel seyler, cesit cesit apartimandan, evlerden geliyordu. Evlerinde ailece yemek yiyecekler, televizyon bakacaklar, kimileri atisacak, kimileri dertlesecek, birbirleriyle. Kimileri daha sonra sevisecekler, öpüsmeyi hatirladi bir an. Icinde bazi seylerin daha cok koptugunu hissetti onu hayata baglayanlardan. Arkasindan gelen ayak seslerine dogru bir an gayri ihtiyari olarak geriye cevirdi basini ama kimseyi göremedi, gölgesinden baska.

Sahildeki cay bahcelerine geldigi zaman, usulca bos bir masaya ilistirdi kendini, adeta kimseyi rahatsiz etmek istemezcesine, arka taraflari secti.
- Cay, dedi, gelen garsona. Bir sigara daha yakip etrafina bakindi, bos bos. Coluklu cocuklu masalara dogru bakti, görüntü icini burktu bir an. kac yasima geldim, hic bir gelecegim yok. Bir elini tutupta icimi isitabilecegim bir kisi bile yok. Kim benimle birlikte olur, kim evlenir ulan benimle diye ic gecirdi bir an.

Gelen caya bir seker atip gözlerini denize dogru dikti, denizin üzerine gerilmis olan aksam, tüm denizi kaplamisti. Bu koyu denizin üzerinde gidip gelen isiklar, ilerde giden gemilerden denize aksiyan isiklar ve yukardan denize düsen ay'in sarimsi ama sicak sarimsi isigi gözlerini kapladi.

Birden cebinden bir kac kurus cikartip, bos cay bardaginin yanina koydu. Bos cay bardagina bakip, " Sanki TIPKI ben" diye ic gecirip birden denize dogru kosmaya basladi. Herkezin gözü önünde kendini denize birakti. Sadece bir an isiklarin kayboldugunu, karanligin icinde yutulmaya basladigini hissetti ve öyle kendini birakti.

Etraftan, " denize adam düstü", " adam denize atladi" gibi sesler yükselmeye basladi. Kimileri yerinden bile kalkmadi, kimileri ise hemen kiyiya kostular. Kimileri yedikleri cekirdegin kabugunu tükürüyor kimisi ise, tüh be niye atladi ki zavalli diyordu. Sahilden gelen isiklar denize vurabildigi kadar etrafi aydinlatirken, balikcinin biri kuvvetli bir lamba tuttu denize, bir an evet bir an, suyun yüzeyinde, bir kisinin yüzdügünü sectiler sanki.

Deniz'in soguklugunu daha cok hissetmeye basladi, yuttugu sular ise midesini bulandirmaya basladi.
- Birakma kendini sende biraz bana yardim et, kollarin ile yüzmeye calis, birlikte olursak basaririz ancak,diyordu onu SIKI SIKI sarmis olan,
- Birak beni yasamak istemiyorum, hem sen kimsin, diye sordu,
- Kim oldugum önemlimi simdi, sacmalamada yüzmeye calis. Böyle ölmek mi yakisacak sana hem ? Bir boka yaramam diyorsun böylemi ölmek yarayacak sana ? Diye soran alaca karanlikta secemedigi kisi kendisini SIKI SIKI kavramis belli ki biramaya hic te niyeti yoktu,
- Bu yasamda sadece senmi caresizsin, senmi boktan vaziyettesin. Aptal olma, yasadigin nefesin hakkini ver. Sen hic intihar eden dilenci gôrdünmü, bak onlar bile yasamaya devam diyorlar. Her yeni dogan cocuk bir umutla geliyor bu yasama, her hasta bir umutla gidiyor doktora, her sevgili bir umutla seviyor sevdigini. Bumudur senin umudun, bumu, bu korkakliktir, sadece korkakliktir... bana bak, SIKI SIKI saril hayata, seni devamli takip edicem. Bôyle sacmaliklara tahammül edemem, deyip hafifce bogazini SIKAR gibi yapti.

kiyiya geldiklerinde kiyidaki taslara cikmaya calisti, yapis yapîs elbiseleri ile korkunc üsüdügûnû hissetti. Balikcilarin yardimi ayrica kiyidan gelenlerin yardimi ile onu kiyiya cikardilar, arkasina sardiklari battaniye ile titreyen vucudunu hissetti. Bir an gözleri sag tarafta ki kiyidan sessizce sahil yoluna cikmaya calisan siyah silüeti gôrdü, onu kurtaran sahisti o, evet evet oydu, kosup yanina bir tesekür etmek istedi.
- Nereye evlat, n'oldu, hayirdir. Otur oturdugun yere ISIN azicik bakalim, diyen gözlere o,
- Beni kurtaran kisi degilmi o, bir tesekkür edecektim amcacim, dedi dogrulmaya calisirken, bir an bir sessizlik oldu, aralarindan biri,
- Yok evlat, seni kimse kurtarmadi, sen tüm caban ile yüzerek kurtulmaya calistin.
Olurmu canim öyle, kimdi onu öyle SIKI SIKI saran, kiminle konusmustu peki, yok canim olamaz, diye dûsündü. Hayalmiydi bunlarin hepsi peki.
yavas yavas etrafindaki kalabalik dagilmaya baslamisti, dagilanlarin kimi küfür ediyor, icine sicti aksamin dercesine, kimisi ne manyaklar var ya ulan, gebermek istiyorsan bogul o zaman, niye tekrar yüzmeye basliyorsun, dimi ya. Gibi ugultular arasinda dagilmaya basladi basina toplananlar. Bir iki kisi ve bir de yaslica bir balikci kaldi yaninda.
- Evlât bir an evvel eve git üstünü degis yoksa iste simdi tam hasta olursun dediler. O ise, son bir kere daha sordu, dudaklari titreyerek, üsüyerek,
- Agbi, beni kurtaran kisiyi görmediginizden eminmisiniz ? Diye merakla soran gözlere, sadece yasli balikcidan cevap geldi,
- Hadi, hadi evlat, sen kendine dua et iyi yüzücüymüssün.

Eve girerken, arkasindaki islak gölgede onunla eve girdi, tatli bir yosun kokusu ile...



1 EYLÜL 2010

1 Eylül 2010, kolay kolay unutulacak bir tarih degil, hic de degil. O gün hastanelerde dogan yeni bebekler annelerini mutluluktan aglatmistir, yeni okula baslayanlar aglatmislardir annelerini, babannelerini, annanelerini," bak büyüdüde okula basladi" diyen gözler ile bakarak.
O gece bazilarida agladi, dökülen gözyaslarina hic te hakim olmak istemediler, SICACIK inci taneleri düserken, aslinda yillarca biriken özlemin DISA dökülmesiydi bunlar. Ikiside biraktilar...akin akabildiginiz kadar, hele hele 0.40 da...
Evet o gece onlarin gecesiydi, öylede olmasini istediler ve öylede oldu. Bir an ama bir an zaman durdu ve onlara hitaben; Bu anlar sadece size, evet sadece size...dedi. Durdurdugu " o" zamani birer görünmez öpücük ile kalplerine koydu.
- Sizinle kalacak bunlar, hep ve herzaman. Sonsuza kadar.
Gece sakladi onlari, olanlari bir onlar birde zaman bildi...





YUVARLANIP GiDiYORUZ iSTE


Ne var ne yok, nasil gidiyor diye soruldugunda" Yuvarlanip gidiyoruz iste" diyorum, ne diyebilirimki baska.

Nasil yogun bir yasam karmasasi icindeler ki o kadar olabilir, karincalari gecmis bir durumdalar, adeta. Kus bakisi bakilinca diyorum, nasil gözüküyor bu bir an karincaya benzer mahluklar. Binlercesi, binlerce seyin pesinde bir kosusturma icinde. Yeryüzüne dogru yaklastikca, onlarin bu temposuna sasmamak elde degil. Sadece uyurken bir hos oluyorlar. Büyügü de, kücügü de, katili de , tinercisi de, ihtiyari da, hirsizida hepsi adeta, sadece uyurken güzellesiyorlar. Usulca uykuya dalip gittiklerinde, bambaska bir alemde oluyorlar. Iste bu uyku alemindeyken cok seviyorum onlari. Bizleri hic rahatsiz etmiyorlar , nerdeyse...

Uyurlarken adeta üzerlerine incecik bir görünmez perde cekilmis gibi, sergiledikleri sey hepsinin o anda, degisik bir SAFLIK, temizlik görüntüsü, hani adeta hepsini öpüveresin geliyor. Sanki ¨bir kac saat önce, birini öldürmeye kalkan o degilmis gibi, cantayi kapmaya calisan, bicagi sokmaya calisan, kursunu sikmaya calisan, kadina tokadi atmaya calisan, tekmeyi yapistirmaya calisan... Yaslisida, gencide, hepsi ayni tezgahtan cikmis gibi, nerdeyse, sadece o bebecikler...onlar haric.

Uyandiklari andan itibaren artik herseye karsi hazir olmaliyiz. Günlük yasamlarinda, bazen gülünce, bazende mutluluktan kimi zaman üzüntüden ama en cok da bir vefaat haberi duyduklarinda bizler icin tepkileri olusuyor. Tek, biz onlari rahatlatabiliyoruz. Ama en kötüsü bir ASK'in bitiminde, bir ayrilik sirasinda, terk edileni tek terk etmeyen biz oluyoruz, onunlayiz. Kimi zaman annesinin babasinin veremiyecegi bir rahatlik ortami icinde, sicacik degiyoruz onlara, oksarcasina...

Bunca zaman birlikte olmanin, beraberligin anlami var tabii ki, kolay olmuyor terk etmemiz onlari. Ama en cok da üzüntü ortaminda onlardan kopmak cok zor geliyor, biz kendimizi feda ederken varsin onlar rahatlasinlar. Kolay olmuyor onlardan kopmak. Ama en güzeli katila katila gülerlerken, onlarin mutlulugunu görüp de öyle ayrilmak en güzeli. Zaten hepimiz bunun icin dua ediyoruz ya, ayrilacaksak, iyi duygular ile ayrilalim diye.

Sicacik oluveriyoruz bir an, o kuvvetli duygu ile adeta bir yanardag püskürmesi misali coskuya karsilik son derece sakin bir sekilde cikiveriyoruz disariya, kimi zaman karanliga dogru, kimi zaman aydinliga. Cogu zaman gün isigi hemen gözlerimizi alsada, birer ikiser geliyoruz yinede , arka arkaya, ne olursa olsun. Önemli olan onun rahatlamasi...

Misir'lilar ve Roma'lilar cok deger vermisler. Bizleri kaybetmemeye calismislar. Ne güzel ama varsin bizler kaybolalim. Birimiz gitsek, ikimiz gitsek daha yüzlercemiz var, nefes alabildigin sürece.

Aslinda, gözlerinden kopup giderken, benim icin hic te kolay olmuyor senden ayrilmak ama, senin rahatlamana karsi canim feda. Biliyorsun, sadece DIS dünyaya cikar cikmaz en fazla 30 saniyelik bir ömrüm var. Ama bu kisacik ömrümü sana verirken, senin ömrün uzuyor ya, sen rahatliyorsun ya , iste bana bu yeterli. Ben hep seninle olacagim...


GÖZYASIN ...

maandag 7 december 2009

BiRAZDA GÜLELiM

> Kavga
> faslı
>
> Karımla alışveriş merkezinde dolaşırken birden
> önümüzden inanılmaz güzel bir kadın geçti. Nasıl
> oldu ben de anlamadım ama ilk defa bir kadına bu derece
> kilitlendim. Bu durumun farkında olan karımın şu
> sözleri ile kendime geldim. "Bakma faslın bittiyse
> kavgaya geçeceğim!"
>
>
>
> Nur
> topu
>
> İşyerinde küpe takan erkek arkadaşımıza babasından
> yorum: "Bir zamanlar nur topu gibi oğlum vardı; nuru
> gitti, topu kaldı!" *******
>
>
>
>
> Toplamda
>
>
> Geçen gece nöbetteyken acile 3 yaşında, para yutmuş
> bir hasta geliyor. Babasına ne kadar yuttuğunu soruyoruz;
> "1 YTL" diyor.. Yapılan tetkikler sonucunda bir
> adet 50 Kuruş ve iki adet 25 Kuruş tespit ediyoruz. Baba
> bir şekilde haklı olduğu için sadece aramızda
> gülüşerek konuyu kapatıyoruz..
>
>
>
> Namaz
>
> Ramazanda cemaat toplanmış, teravihde. Ufaklığın teki
> de annesinin peşine takılmış gelmiş. Namaz
> kılınırken sessiz sessiz olanları izleyen çocuğun
> dudaklarından hayal gücünü ortaya koyan şu cümleler
> dökülüyor. ''Yatın kölelerim! Kalkın
> kölelerim! Yatın kölelerim! Kalkın kölelerim!''
> Cemaat uzun süre secdeden kalkamadı tabi...
> *******
>
>
>
>
> Mesaj
> alındı
>
> "Seviyor musun?" dedim, "Seviyorum."
> dedi. "Ne kadar?" dedim, "Çok." dedi.
> "Ne kadar çok?" dedim. "Her akşam eve gelip
> dırdırını çekecek kadar çok..." dedi. Sustum...
>
>
>
> Potansiyel
> müşteri
>
> Kırmızı ışıkta durduğum anda yanımdan iki
> motosikletli ışık hızında ve tek tekerlek üzerinde
> geçti.. Ben ağzım açık olayı izlerken yanıma yanaşan
> 112 ambulansından doktor camı açtı ve bana:
> ''Gördün mü bizim müşterileri... Hey
> maşallah!'' dedi. ********
>
> 1
> Nisan şakası
>
> 1 Nisan sabahı kocamdan mesaj geldi; "Karıma akşama
> toplantım var diyeceğim. Hazırlan hayatım, yedi gibi
> gelirim." 1 Nisan şakası olduğunu bildiğimden,
> hemen cevap verdim tabii. "Aşkım kocamın akşama
> toplantısı varmış, ev müsait bekliyorum." Sinirden
> köpürmüş, öyle şaka yapılır mıymış? Yaptım
> gitti!
>
>
>
> Tövbe
> ya
>
> Babamı namaz kılmış, dua ederken görünce "Benim
> için de dua et" deyiveriyorum ve babamın cevabıyla
> dumur oluyorum. "Kendisi nerede derse ne diyeyim?"
> ***********
>
>
>
>
> Cadaloz
> kaynana
>
> İş arkadaşımın düğünündeyiz. Nikah kıyılıyor,
> imzalar atılıyor, gelin ve damadı tebrik etmek için
> ayağa kalkıldığında elektrikler kesiliyor. Biz hep
> beraber "Aaaa!" diye tepki gösterirken,
> arkadaşımın annesi oldukça yüksek sesle düşüncesini
> dile getiriyor. "Oğlumun daha ilk dakikadan hayatı
> karardı."
>
>
>
> Sarışının
> hamile hali
>
> Hamile olan sevgili sarışın kuzenim, gebelikle ilgili
> okuduğun; "Bebekler zekalarının %80'ini anneden
> alıyorlar." makalesinden sonra panikle bana dönüp;
> "Ay inanmıyorum. Bana ne kalacak o zaman?" diye
> sorduğunda sana; "Üzülme öyle bile olsa senin
> kaybedeceğin bir şey yok!" diyemedim ya! Lanet olsun
> içimdeki insan sevgisine!
>
>
> 30.000
> bakımı
>
> Yengemin burun ameliyatından sonra elinde bir demet
> çiçekle gelen abimin inceliğini, kurduğu cümleyle daha
> bir iyi anladık. "Hatun kokla bakayım burnun
> çalışıyor mu?"
>
>
>
> Lamba
>
> Dün gece evime giderken yolun tenhalığından olsa gerek
> kırmızı ışıkta geçtim. Ardından yurdum polisine
> alkışı hak ettiricek anons: "Bacım o geçtiğin
> gece lambası değildi, çek sağa."
"FAYTON "Çocukluğuma Yolculuk







Bazen kulağımıza gelen eski tanıdık bir müzik ile bazen bir resim, bir tanıdık kişi veya basit bir eşya ile bir an eskilere gidip daldığımız kim bilir kaç kere olmuştur ve halende oluyordur.

Kimisine göre, geçmişi düşünmek, icinde bulunduğun zamandan mutlu olmadığını gösterirmiş. Eğer bunu diyen, içinde bulunduğu zamandan mutlu değilse onu bilemem ama arada sırada geçmişe söyle bir gidip bazı eski güzel hatıraları, güzel şeyleri anımsamak hiçte kötü bir şey olmasa gerek.

Geçenlerde çok sevdiğimiz bir ağabeyim aksam yemeğine davet etti. Çok hoş sohbet ve candan ailenin davetlisi olarak onlara gittik. Ağabeyimizin eşi, şahane bir softa hazırlamış, gecenin geç saatlerine kadar hem uzun uzun sohbet ettik hem de güzel yemeklerden yedik. Bir ara sofraya " kadınbudu köfte " geldi elimde olmadan bir an eskilerden bir anımı hatırladım. Sanki bir an stop düğmeme basılmış gibi kaldım ve 40 sene öncesine gittim.

İlkokulu yatılı olarak okudum İstanbul Yeşilköy Pansiyonlu ilkokulda. Deniz kenarında muhteşem manzaralı bir okuldu. Okuduğum binada tarihteki meşhur AYESTEFANOS(Yeşilköy) antlaşması, Osmanlılar ile Rus´lar arasında 03.03.1878 tarihinde, bu binada yapılmış. Daha sonra yıkıldı ve yerine yeni bir bina yapıldı.
Pazartesi günü çok erkenden kalkıp, rahmetli babaannem ile beraber Aksaray Valide Camiinin sokağındaki evimizden çıkar yürüye yürüye beraberce Yenikapı´daki tren istasyonuna giderdik. Hep evden ayrılmak bana çok hüzünlü gelirdi. Bazen ben onun elini tutardım bırakmamacasına bezende o benim elimi tutar el ele konuşa konuşa giderdik. Bazen elimi iki defa sıkardı, bende onunkini, daha sonra o üç defa sıkardı tabii bende dört defa tabii yine bende birden birbirimizin yüzüne bakar kahkahalar ile gülerdik. (Mekânı cennet olsun.) Tren istasyonuna gelince, beni orada bakliyen öğretmene teslim eder ama gitmez beklerdi taaki, benim arkadaşlarımla, öğretmenimle trene bininceye kadar.


Pazartesi gününden cumartesi öğle´ye kadar o zamanlar derslerimiz vardı. Cumartesi günü son dersden sonra avluya toplanır hep beraber istiklal marşını söyler sonra hep beraber yemekhaneye inilirdi. Ama hepimizi eve gitme sevinci kapladığı icin çoğumuz yemeği unutur biran evvel gitmeyi arzulardık.
Ama bilirdik hain ahcıbaşı Hasan amca, yine yapacağını yapmıştır. Zaten daha sabahtan başlayan" kadınbudu köfte " köfte kızartması kokusu bizi esir etmiştir. Fareli köyün kavalcısı misali biz o kokunun artik esiriydik. Üstelik Hasan amca bir hainlik daha yapıp çıtır çıtır kızarmış patateste yapınca vücudumuzun yarısı bir an evvel eve gitmek derdinde diğeri ise bir an evvel yemekhaneye gitme derdindeydi.
Yemekhanedeki manzara artik komik mi desem yoksa yürekler acısı mı desem bilemiyorum. Bir masada 12 tane çocuk otururdu ve bu masalar çok büyüktü, masa başında oturan, masa sorumlusuydu. Yani yemeği dağıtacaktır, çabuk dağıtması icin çimdikler atılır, ikazlar yapılırdı zavallı aceleden çoğu kez tabak yerine masaya dökerdi köfteleri. Masadaki o, 12 cıvıl cıvıl öğrencilerin halleri halen gözümün önündedir. Hepimiz ayakta yani oturur ile oturmuyor arasında çabuk çabuk yerken sallanan, kocaman kocaman lokmalar yutmaya çalışan bu arada boğulma tehlikesi geçirenler, çabuk çabuk yiyeyim derken yemekten ağzı yananlar, su içmeye çalışanlar, bu arada öğretmenlerimizin,
- çocuklar oturun bakalım, oturarak yiyin yoksa eve göndermeyiz, tehditleri...
Ama nerdee, oturup iki saniye sonra yine ayağa kalkmalar. Kimisinin bir ayağı yere basar diğer ayağı ile yâri oturur vaziyeti ile tabureye oturuyor oturmuyor durusu ile dururdu. Küçük sihirbazlar gibiydik.

Aksam saatlerinde bazen dikkat edin, bir ağaçta yüzlerce kuş toplanmış cıvıl cıvıl sesler çıkararak etrafa hoş bir canlılık verirler. Bizlerde yemekhaneden çıkarken o cıvıl cıvıl kuşlar gibiydik. Biran evvel uçup evlerimize gidebilmek.
Bazılarımızın annesi veya babası araba ile gelip çocuklarını aldığında olurdu ama işin en kral tarafı okul çıkış kapısında topluca birikip ikişer ikişer sıra olup o güzel üniformalarımızla Okulumuzdan Yeşilköy tren istasyonuna kadar yürümek yani dolayısı ile en işlek caddeden yürüyüp insanların arasına karışmak korkunç bir duyguydu. Bezende öğretmenimizin isteği doğrultusunda şarki ya da mars söylerdik. Bazen bana öyle gelirdi ki bütün herkes bize bakıyor, pencerelerden meraklı bakışlar, polislerin bize yolları açması...

Acaba o ülkede hep mi güneş vardı diyorum kendi kendime, bir gün olsun karabulutları, yağmuru hatırlamıyorum. İnanın bana hep güneşli günler aklıma geliyor yoksa ben sadece bahar ve yaz aylarında mı okula gidiyordum...

Bazen babaannem ilerlemiş yaşına rağmen sırf beni mutlu edebilmek icin cumartesi günleri okulun önüne gelirdi bendeki sevinci görmeniz gerekirdi. Bir sarılırdım ona sanki asırlık çınar ağacına sarılırcasına... Okulun önünde bekleyen faytonlara ( Büyükada´daki at arabaları veya İzmir´de kordondaki gibi tek atlı veya çift atlı ) binerdik. İkimizde faytonun arkasına kurulur neşe ile etrafımıza bakardık. Faytonu çeken atin ayakları asfalt´a değdikçe çıkan nal sesleri bana göre en güzel müzikti. Taaa tren istasyonuna kadar neşe icinde giderdik

Tabii yine elimi tutar 2 defa sıkar bende onu kini, 3 defa sıkar bende onunkini sonra birbirimize bakar kahkahaları koyuverirdik.
Yıllar sonra evlenip kızımız olduğunda onun adini verdik. Kızım 7–8 yaşına geldiğinde ona da öğretmiştim bu el ele giderken elimizi sıkma oyununu, ikimizde birbirimize bakıp kahkahaları koyuverirken her zaman o asırlık çınar ağacı gibi babaannemi hatırlarım.

İste böyle bazen bir KADINBUDU KÔFTESI, bazen bir resim, bir şarkı insani bulunduğu yerden, bulunduğu zamandan alıp sihirli bir vasıta ile geçmişe götürüveriyor.
ZORUNLU GÖÇ ve LOZAN MÜBADİLLERİ


İnsan daha küçükken doğup büyüdüğü yeri çocukluk yaşlarında benimsiyor ve orasını beynine yerleştiriyor. Çocuklar bu olayı söyle algılayabilirler, burada annem, babam, kardeşlerim ve ben oturuyoruz demekti burası bizim.

Ama bir gün öyle bir şey oluyor ki, yetkili mercilerden birileri size 15 gün içinde ülkeyi terk etmenizi istiyor. Apar topar her şey satılıp paraya çevriliyor, yanınıza alabileceğiniz ise sadece size ağırlık vermeyecek bir kaç önemli şey olacak.
Oyun oynadığınız mahalleyi, arkadaşlarınızı, esnafı, gittiğiniz okulu, hatıralarınızı, dallarından kopardığınız meyve ağaçlarını, sevinçlerinizi ve üzüntülerinizi orada bırakmanız gerekecektir. Maddi olarak bıraktıklarınız orada kalacak sadece düşüncelerinizi, hatıralarınızı beraber götürebileceksiniz. Ve hiç bir zaman unutmayacaksınız, unutamayacaksınız.
İste, bu olayı en iyi yasayanlar " LOZAN MÜBADİLLERİ " olarak tanıdığımız, duyduğumuz kişilerdir.

1922 Kurtuluş savaşı ile beraber korkunç bir kargaşa yaşanmaya başlanmıştı. Yunan ordusu ile beraber ülkeyi terk etmek isteyen Ortodoks Rumlar korku ve panik icindeydiler. Buna benzer bir durumu ise 1912 tarihlerinde Balkan savaşında yenik düşen Osmanlı ordusu ile peşi sıra ülkesini terk edip Anadolu´ya gelen Müslüman halkta yıllar önce bu durumu yaşamıştı.

Lozan Barış toplantısında, öncelikle esirler ve sığınmacılar konusu ele alınmıştı. İngiltere temsilcisi Lord Curson´un ve Millet Meclisi görevlisi Nansen tarafından yapılan teklif ve rapor doğrultusunda 30 Ocak 1923 tarihinde, Lozan antlaşmasından bir kaç ay önce, Türk ve Yunan hükümetlerince bir Mübadele antlaşması imzalanmıştır. Buradaki amaç Türkiye topraklarında ikamet eden Rum ahalinin Yunanistan´a, Yunanistan´da oturan Türklerin ise Türkiye´ye zorunlu göç etmelerini sağlamak.
Burada tek istisna, Bati Trakya´da oturan Türklere ve İstanbul´da oturan Rum halkına olmuştur. Bu Bölgelerde oturan Türk ve Rum halkına zorunlu göç uygulanmamıştır.

Tarihteki bu ilk zorunlu göç nedeni ile 2 milyona yakin insan oturdukları yerlerden kopartılarak yeni yerleşim bölgelerine yollanmışlardır. Bu Mübadele sırasında mümkün olabildiğince adil olunmaya çalışılmış ama maalesef bu pek gerçekleşememiştir.

Evlerini, eşyalarının çoğunu bırakıp, zorunlu eşyalarını apar topar toplayıp kağnı arabaları ile yollara düsenler bir an evvel limanına gelmek ve kendilerini Türkiye´ye götürecek gemiye binmek istiyorlardı. Birçok aile Selanik limanında kendilerini götürecek gemiyi beklemeye başladılar ama bu bekleyiş erken gelenler icin nerdeyse bazen 15 günü buluyordu. Parası olan ucuzca bir otele sığınıyordu, parası daha kit olan ise sokak veya liman köselerinde bekliyordu. Bu arada haraç mezat satılan eşyalar paraya çevrilmiş ve yürekler heyecan içinde gider ayak eldekini çaldırmama veya kaybetmeme korkusu ise ayrı bir durum.

Gemiye binmek ise başka bir olay, gemiye binenler şükürler olsun deyip rahatlıyorlar. Yolculuk başlıyor, ne tarafa gidiliyor ne gibi bir yerdir gidilecek yer insanları nasıldır, kalacakları yer bakalım nasıl olacak, düşünceleri icinde bir seyahat. Maalesef gemide vefat edenler denize atılıyor, akıllarda kalan hiç unutulmamak üzere. Türkiye´ye varışta hükümetin Mübadiller icin tahsis ettiği yerlere yerleştiriliyorlar.

Bu mübadillerden biriside Bayan Vedia ELGÜN. Rahmetli esi, eski Mersin milletvekillerinden Fehmi ELGÜN. Vedia Hanim, kendisi Lozan Mübadilleri Vakfının ve Derneğinin hem kurucu üyelerinden hem de yönetim kurulu üyesi. Müsaade ederseniz bana vermiş olduğu mektubu hiç değiştirmeden sunuyorum.




Sevgili Yavuz´cuğum,

Rum; Yunan soyundan olup, Müslüman ülkelerinde oturan kimselere verilen ad
Mübadil kelimesinin anlamı Türkiye´deki Rumlarla değiş edilerek, Yunanistan´dan getirilen Türklere verilen ad.
Bir Mübadil kafilesi zorunlu göç diyebiliriz. Mübadele kapsamında Anadolu ve Trakya´dan, Rumeli ve adalara göç edenlerin sayısı 1 milyon 200 bin, Rumeli ve Adalardan Anadolu´ya ve Trakya´ya göç edenlerin sayısı 600.000 kişi civarında.
Mübadele sosyal bir rahatsızlığın sonucudur. 30 Ocak 1923 tarihinde Lozanda T.B.M.M. hükümetiyle Yunanistan hükümeti arasında imzalanan Yunan ve Türk ahalisinin mübadelesine ilişkin sözleşme ve Protokol gereğince her iki ülkeden ayrılanlar; arkalarında ülkelerini ve ailelerini, tarihini bırakarak Ata topraklarını terk etme zorunda bırakıldılar. Tarihe " BÜYÜK MÜBADELE " adıyla geçer. Bu zorunlu göçte, her iki ulustan Mübadil ve çocukları anlatılan bu acılarla büyümüşler. Bahçesindeki hanımeli kokusu, nar ağaçları erik ağaçlarını hayal ederek yaşamışlar.
Bunları anlatmak asla mümkün değil. Bu sonsuz aldatış yürekleri yakmış. Mallarını, mülklerini bırakarak gelmişler, adil bir dağıtım olmamış. Büyük bir kayba uğramışlar.
İste ailemde bu zorunlu göce fedakârlık yapmış. Sanki hoşgörü kültürüyle yoğrulmuşlar. Dışarıya acılarını yansıtmamışlar. Tabiî ki acıların ruhsal etkisi olmuştur. Sıkıntılarının ağır ve sürekli olduğunu düşünüyorum.
Bu " KİTLESEL BİR ACI " Rumeli´de ağıt kültürü olmadığı icin konuşmamayı tercih etmişler.
Mübadele ve göçmenlerin hayatini en iyi özetleyen sözler" DUYMAMIŞ GİBİ YAP GELMEMİŞ GİBİ DÜŞÜN.
Bu göçmenlerin sessizliği Ana -Vatan Şükran Felsefesi. Yapılan bu yer değişikliğinden, belleklerde boşluklar vardı böylece 1 ve 2 kuşak mübadil ve çocukları 13 Şubat 1999 büyük mübadele çocukları girişimi altında toplandık, gittikçe çoğaldık.
Amacımız, yakin tarihimizi ve Mübadeleyi, bilinçli olarak araştırmak belgelemek, Mübadillerin geride bıraktıkları, insanlık mirası, kültür varlıklarının korunmasını sağlamak Türkiye ve Yunanistan halkları arasında dostluk ve işbirliği kurmak, geliştirmek. Barış kültürünün gelişmesi icin caba göstermek, bu girişimimizi kısa zamanda LOZAN MÜBADİLLERİ VAKFI´na dönüştürdük. 2001 de Vakıf tescillendi, uluslararası hitap edeceğiz.

Mûfide Pekin, Çimen Turan arkadaşlarımızın ortak çalışmalarıyla " MÜBADELE BİBLİYOGRAFİSİ " hazırlandı.
Vakıf bizim geçmişimizdeki kültürümüzü yaşatabilmemizi sağlayacak. O günlerden kalan çok az olsada, canlı tanıkların anlatımıyla resimlerle belgesel hazırlamak en önde gelen amacımız. Türk- Yunan dostluğunun kalıcı ve bilimsel ağırlıklı olmasını istiyoruz. Çalışmalarımızı böyle yönlendiriyoruz.
İki ülkenin benzer çilelerini çekenlerin çocuklarıyla kucaklaşmak, insan sevgisinin en güzel ifadesidir.
Kültür anlayışı, dostluk anlayışı, çekilen acıları güle dünüştürsûn. Gülü size verdigim zaman elimizde kokusu kalsin...

Bu mutlulukla hepimiz bir gönülde girelim. Barış köprüsünde ellerimiz birleşsin. Evrenin mayası SEVGI değilmi?
Bilgi gibi sevgimizinde bir ucu Tanrıya ulaşır.
Çekilen Acılar Bir Daha Yaşanmasın.

Halan
Vedia ELGÜN